13 Ekim 2014 Pazartesi

10. balkanlar elden gidiyor !

26 Şevval 1330 ( 8 Ekim 1912) Balkan Savaşı Başlangıcı
İstanbul- Ömer Efendi Evi

Ömer Efendi ve tüm ailesi, küçük evin, en geniş odasında, yer minderlerine oturmuşlar yeni patlak veren savaşı konuşuyorlardı.
Damadı Ahmed savaş yaralılarını tedavi için orduda göreve çağırılmıştı. En kısa sürede balkanlara gitmek üzere evden ayrılmalıydı.
2.Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra hiç bir isyan bastırılamamış, hasta adam ölüme mahkum edilmişti. Ömer Efendi de balkanlara görevli olarak gitmek istemiş ancak Fatıma'nın itirazlarına dayanamayarak İstanbul'da kalmaya karar vermişti. Kısa süre önce annesini kaybeden Fatıma, babasının yanından ayrılmasını istemiyordu.

Osman, babasının orduya çağırıldığı haberi gelince, Ahmed ile beraber Edirne'den İstanbul'a gelmişlerdi.Hem babasını yolcu etmek , hem de uzun zamandır görmediği annesine destek olmak istiyordu.

Osman'ın büyümesine rağmen evin hanımı olan Fatıma hala onunla aynı odada, üst başına dikkat ederek, oturup, yemek yiyordu. Zeyneb ise onbir yaşını doldurmak üzereydi ve Osman eve kaç yıl aradan sonra ilk kez geldiğinden, büyükler de bir şey söylemeyince, beraber oturmakta sakınca görmemişti.

Onca konuşmanın ardından, sessizliğe gömülen odada, Ömer Efendi son sözü söylemek için tekrar söze başladı.
'' Evlatlarım, ALLAH azze ve cellenin takdirinin önüne geçilmez. Bizler bu toprakların evlatlarıyız. Bizim tek gayemiz Rabbimizin rızasıdır. Bunca yıl ancak hizmet için çalıştık, bundan sonra da başka amacımız yoktur. Gerektiğinde bu topraklar için malımızı ve canımızı veririz. Bunu bize emreden de şüphesiz ki dinimiz islamdır. Bu savaş ne kadar sürer, sonucu neyi doğurur bilinmez, lakin çok dua etmeli ve Rabbimizden af dilemeliyiz. Topraklarımıza susamış aç kurtlar, artık saklanma gereği duymadan ortalıkta cirit atar oldular. Tüm bu yaşananlara rağmen, bizler sabır ve namazla Rabbimizden yardım talep edip, gücümüzün son raddesine kadar gayret göstereceğiz. Bugün görünürde damadım savaşa gidiyor olabilir fakat asıl savaş buradadır. Devletimizi içten çökertmeye çalışan, ajanlara, ittihat ve terakkiye ve jön türklere karşı olan savaşımızdır. Gözünüzü dört açın, düşmanımız etrafımızı, sinsice sarmış bulunmaktadır. ALLAH subhanehü ve teala cümlemizin yardımcısı olsun.'' Ömer Efendi son sözlerini de söyledikten sonra herkes işlerinin başına döndü. Fakat hepsinin aklında da 'ya Rabbii neler oluyor, nereye bu gidiş, sen bize yardım et, bizi bırakma'' cümleleri yankılanmaktaydı.

Ahmed bir kaç gün sonra evden ayrılıp, cepheye gitmek üzere yola çıkınca, Osman bir süre daha ailesinin yanında kalmaya karar verdi. Her gün hastahaneden gelen, dedesi ve annesinin yorgun hallerini gördükçe tüm kalbi hüzünle dolsa da, Zeyneb'i her gördüğünde tüm hüznünün yatıştığını hissetmekteydi. Duygularının sebebini kendisi de çözemediğinden, aldırış etmemeye çalışıyordu.

Zeyneb de Osman'a karşı kayıtsız değildir. Ona ilgi duymasının nedeni, ilim sahibi veya çok güzel bir genç olduğundan değildi. Zeyneb, Osman'daki merhamet ve alçakgönüllülüğe hayran kalmıştı. Annesi Fatıma hanımla arkadaş gibi anlaşan Zeyneb, hissettiği duyguları annesiyle paylaşmak için biraz daha zaman bekliyordu.
Fatıma tek çocuğu ve yıllar sonra doğması nedeniyle Zeyneb'i diğer ailelerin yetiştirdiğinden daha farklı olarak büyütmüş, ona yakın bir dostuymuş gibi davranmıştır. Bundan dolayı Zeyneb, her sırrını annesiyle paylaşabilir olmuştur.

Babası Ahmed'in, Balkanlara gidişatından bir süre sonra, ailesinin toparlandığını fark eden Osman, Edirne'ye geri dönmüştür. Onun dönmesiyle Zeyneb çok üzülse de, kimseye belli etmemeye çalışmaktadır. Yakın gelecekten habersiz, bazı şeyler için hala erken olduğunu düşünüyordu. Osman'ın medresesini bitirdikten sonra annesine bu konuyu açmak isteyip, duygularının bir süreliğine üstünü örtmüştü.


Aynı zaman zarflarında Osman Bey Konağında da pek çok hadise yaşanmaktaydı. Ramazan bayramından çok kısa süre sonra Selim ve Safiye evlenmişlerdi. Düğünün bir kaç gün sonrası patlak veren Balkan harbiyle beraber Emrullah da orduya yaralıları tedavi için çağırılmıştı. Çıkan savaş yüzünden herkes çok tedirgindi. Devlet-i a'li osmaniyyenin durumu hiç iç açıcı değildi. Meclisi ele geçiren sözde yenilikçi, avrupa aşıkları göz göre göre, her karışı kanla sulanmış toprakları, leş kargalarına peşkeş çekiyorlardı.
Siyonist köpekler, 2.Abdülhamid'in indirilmesinden sonra, onun padişahlığı zamanında elde edemedikleri Filistin topraklarını, üç kuruşa yeni meclis olan İttihat ve Terakkiden satın almaya başlamışlardı.

Balkan harbi başlayalı aylar olmuştu. Halk günden güne fakirleşiyor, zaten yorgun olan ordu bu savaşla daha da yorgun düşerek, eğitimli askerlerini günden güne kaybediyordu. Öyle ki artık İstanbul ve diğer illerden, Balkanlara gidecek gönüllü askerler toplanmaya başlamıştı.

Selim, yaşananları ve halkın halini gördükçe, artık gülemez hale gelmişti. İçten pazarlıklı, dinsiz ittihat ve terakki cemiyeti, savaşa bil fiil iştirak etmiyor, güzelim vatan evlatlarınıysa acımadan düşmana kıydırıyordu.
Gönüllü askerlerin dahi harbe katıldığını gören Selim, dayanamaz, vatan toprağına can feda diyerek balkanlara gitmeye karar verir. Safiye'nin bebek bekliyor olması bile, onun savaşa katılmasına engel olamamıştır.
Safiye'yi, İzmir'e İbrahim Paşa Yalısına gönderir ve annesine, Safiye ve doğacak bebeğe iyi bakmalarını tembih eder. Ailesi ne kadar istemese de, ortada bir savaş vardır ve o bu topraklara hizmet etmek için yıllarca harbiyede eğitim görmüştür. Şimdi ise sıra ALLAH için, vatana hizmettedir.

Safiye ise, bir kaç aylık efendisine kızmanın aksine, ona destek olarak, onu bu ulvi görev için teşvik etmiştir. Sergilediği bu davranışla, bu yolda, bu cennet vatan için gerekirse yardan dahi vazgeçilebileceğini göstermiştir, cümle aleme.

Talha ve Mahmud, Selim'in göstermiş olduğu cesaret karşısında ona hayran kalmışlardı. ALLAH azze ve celleye tam bir bağlılıkla, hanımı ve evladını ona emanet ederek, yalnız ona dayanıp, güvenerek, gitmek zorunda olmadığı halde harbe iştirakle, birçok kimsenin yapamayacağını yapmıştır.

Talha da, ne kadar istesede hem medresesi bitmediğinden hem de Meryem'in hamileliğinin son dönemleri olmasından dolayı, gönüllü asker alımlarına başvuru yapmamıştır.

Mahmud'a ise, medrese hocası derslerini bırakmasına izin vermeyerek, karşı çıkmıştır. Yakın bir gelecekte kendisine çok daha fazla ihtiyaç duyulacağını söylerek, Mahmud'u ikna etmeyi başarmıştır. Nitekim hoca haklı çıkacak, Mahmud en ihtiyaç duyulan yerlerde olacaktır...

30 Eylül 2014 Salı

9.bölüm her şey helalince güzel

Mahmud yazdığı mektubu son bir kez okuyup, sarı zarfın içine özenle yerleştirdi. Kurmalı saatine bakınca vaktin epey ilerlemiş olduğunu gördü. Gece kıyafetlerini giyip, yer yatağına yattığında içinde tarifsiz duygularla uykuya daldı.

Sabah tüm aileye düğün hazırlıklarına başlanacağı haberi verildi. Abdülhamid İzmir'e gelmeden önce tüm ailesine, 'gidince düğünü de yapabiliriz' diyerek hazırlıklı olmalarını söylemişti. Hatice ve ailesi de geliş nedenlerini tahmin etmişler, ona göre hazırlıklarını yapmışlardı.

Emrullah ve ailesi de Trakyadan, İzmir'e gelmişlerdi. Abisinden birkaç sene sonra evlenen Emrullah'ın dört çocuğu vardı. En büyük kızı Safiye onaltı yaşındaydı. Sırasıyla Mehmet, Hasan ve Şahika aralarında iki yaş farkla dünyaya gelmişlerdi. En küçük kızına, rahmetli annesinin adını koymuştu. Safiye ise öz kızı değildi. Hanımı Esma'nın ilk evliliğinden olan üvey kızıydı. Esma evlendikten çok kısa süre sonra dul kalmış bir şehit hanımıydı.

Emrullah tıbbıyede tanıştığı, kardeşim diyerek sevdiği Hüseyi'nin görevinin Maraş'a çıkmasıyla araya uzun mesafeler girese bile irtibatını hiç koparmamıştı. 2.Abdülhamid döneminde ermenilerin o bölgede isyan çıkarmalarıyla, Hüseyin'in şehit düşüttüğü haberini alınca, ailesine başsağlığı dilemek için cenazeye gitmiş o vakit, Hüseyin'in babası, oğlunun vasiyeti arasında kendisine de bir mektup bıraktığını söylemişti. Mektubu okuduğunda çok şaşırsa da kardeşim dediği insanın son vasiyetini yerine getirmiştirmeye söz vermişti. Hüseyin mektubunda, bulunduğu bölgenin çok karışık olduğundan, şayet kendisine birşey olursa hamile hanımına sahip çıkmasını istediğinden bahsetmişti. Emrullah da doğum yaptıktan sonra Esma'ya, rızası olursa izdivacını talep ettiğini bildirmiş, cevabın olumlu olmasıyla bugünlere kadar gelmişlerdi.


İbrahim Paşa Yalısın'da, nikah günü büyük hazırlıklar yapılmaktaydı. Nikahı kıyması için Paye-i Mücerred kadılarından bir kadı davet edilmişti. Mahmud'un vekili Talha olmuştu. Hatice'nin vekaletini de üç şahit eşliğinde harem kapısına giderek, kapı arkasından onayını istedikten sonra dayısı Emrullah almıştı.
Selamlık dairesinde, nikahın kıyılacağı odanın iki tarafına da içi hoş kokulu, gümüş buhurdanlıklar yerleştirilmiş, nikah kıyacak kişinin önüne de işlemeli, nadide bir seccade serilmişti. Herkes diz çökerek, elleri dizlerinin üzerinde oturmuş, nikahın kıyılmasını bekliyordu. Nikahı kıyacak kadı, gelin ve damatın vekillerini sağına alıp, duaya başladı. Daha sonra vekillerden vekilliklerinin onayı isteyip, şahitler de şahitlik edince nikah tamamlanmış oldu. Emrullah'ın oğlu Mehmet ve Saadet hanımın oğlu Abdullah güzel bir kıraatle Kur'an-ı Kerim tilavetine başladılar. Onlar okumayı bitirince Hasan, misafirlere gül suyu, Bilal ise gümüş tepsilerde şerbet ikram etti. Bundan sonraysa, gelenlere  yemek dağıtımına başlandı.

Harem dairesinde ise, Hatice aile büyüklerinin  ellerini öpmüş, Meryem hanımın kendisine takmaya çalıştığı yüzüğe bakıyordu. Yüzük,  damla şeklinde üç küçük elmasın birleşiminden oluşuyordu. Tüm merasim bitince Mahmud'a haber verildi. Sabahtan beri nikahın bitmesini bekleyen Mahmud, haberi getirene yüklüce hediye verip,uğurladı...

Bundan sonraki tüm düğün, tebrik ve kutlama işleri su gibi akıp geçti. Abdülhamid ve ailesi Ramazanın bir kısmını İzmir'de geçirdiler, sonrasında İstanbul'a geri döndüler. Emrullah görevi nedeniyle düğünden hemen sonra ailesiyle Trakya'ya geri dönmüştü. Mahmud, özenle hazırladığı hediyesini Hatice'ye yüz görümlüğü ile birlikte vermişti. 
Ramazan Bayramı vesilesiyle Talha, Meryem'i de alıp ailesini ziyaret için Maraş'a gitmişti. Emrullah'ta bayramı Osman bey konağında geçirmek istemiş, ailesiyle İstanbul'a gelmişlerdi. 

Bayramın üçüncü akşamı, Abdülhamid ve Emrullah divanda oturup, kahvelerini yudumlarken, konu konuyu açtı ve Emrullah'ın üvey kızı Safiye'nin mürvetini konuşmaya başladılar. 
Abdülhamid, yeğeni Selim'i, Safiye ile evlendirmek istiyordu. Selim, İstanbul'da göreve başlamıştı ve yaşı da yirmiyi geçmek üzereydi. İstanbul artık eski İstanbul değildi. Ahlaksızlık baş göstermiş, gençlik bu yollara sevk edilmeye çalışılıyordu. Hele ki, İttihat ve Terakki pek çok şeyi hiçe sayarak, aleni olmasa da fuhuşu meşru görmeye( göstermeye) başlamıştı. Dini bütün subay ve askerleri yoldan çıkararak, kendi taraflarına almaya çalışıyorlardı. Abdülhamid, yeğenin de böyle bir tuzaha düşme olasılığı olmadan evlenip, yuvasını kurmasını arzuluyordu. Ayrıca yönetimi ele geçiren bu İttihat ve Terakki, devlet-i a'li osmaniyye'yi sonu görünmeyen karanlıklara sürükleyip, ileride ne olacağı meçhulken, tüm yaşı gelmiş çocuklarını evlendirmek istiyordu. Ne zaman böyle düşünse aklına bir de Osman'ı geliyordu ya ' ALLAH var, keder yok' diyerek sabrediyordu.

Abdülhamid kardeşine: '' Kerimen Safiye, maşaaALLAH pek büyüdü. Evlilik çağına geldi. Yeğenimiz Selim'i de yakın zamanda gördün. Pek efendi, ağır başlı bir gençtir. Şayet kabul edersen, Safiye'yi, Selim'le evlendirelim. İzmir de bulunduğumuz sırada, bu meseleyi Kadı Bekir Efendiyle de görüştüm. Hemşiremiz de Safiye'yi çok beğenmiş. Ağabeyiniz olarak bu hayırlı işe ben aracı olmak istedim. Cevabınızı Trakya'ya dönmeden bildirirseniz pek iyi olur. Bekir Efendi, Abdullah'ı harbiyeye kaydettirmek için İstanbul'a gelecek. Şayet teklifi kabul ederseniz ailecek gelirler, İstanbul'dan Trakya'ya geçerler. İyice düşün kardeşim.'' 
Emrullah: '' İyi, hoş dedin ağabey. Meseleyi hanımla görüşeyim, kızın da gönlü olursa neden olmasın. Selim ilk yeğenim, onu kendi evladım gibi sevdiğimi sen daha iyi bilirsin. Artık geç oldu. Müsaden olursa istirahate çekilmek istiyorum.''
Abdülhamid: '' Müsade senin kardeşim. İnşaaALLAH bu iş hayırla sonuçlanır.''
Emrullah: '' Amin, amin.'' diyerek kendilerine ayrılmış misafir odasına gider.



Mahmud ve Hatice evleneli neredeyse bir ay olmuştur. Ramazan telaşıyla bir ayın nasıl geçtiğini anlamamışlardır. Bayramdan sonra Mahmud'un medresesi tekrar açılacağı için, boş vakit zor buluruz diyerek beraber Kapalıçarşıya alış-verişe çıkmışlardı. Çarşıda pek çok dükkan gezdikten sonra büyük ve kalabalık oluşundan anlaşıldığına göre, pek rağbet gören bir aktara girdiler. Hatice hoş kokulu esanslara bakarken, Mahmud'da meyve ve çiçek şekilleri verilmiş sabunları inceliyordu. Eline limon kokulu, elma şekli verilmiş bir sabun alıp, Hatice'nin yanına gitti. Sessizce: '' Nasıl, beğendin mi?'' diye elindekini göstererek, merakla sordu. 
Hatice bir süre sabuna bakıp, sonra kokladı ve o da aynı sessizlikte: '' Hoş, fakat gül kokulusu varsa onu tercih ederim'' diye fikrini belirttikten hemen sonra elindeki menekşe ağırlıklı, meyve ve tatlı çiçek kokulu esansı Mahmud'a uzatarak: '' Kokusuna bir baksana, beğenirsen bunu alalım, olur mu? '' dedi.
Esansın kokusu Mahmud'un da çok hoşuna gitmişti. Hatice'nin beğendiği esans, gül şeklinde, gül kokulu bir sabun ve Mahmud'un beğendiği elma şeklindeki, limon kokulu sabunu alıp, ücreti ödedikten sonra aktardan çıktılar.
Hatice içinden 'İstanbul gerçekten çok pahalanmış. Buraya en son geldiğim de, bundan dört sene evveldi ve herşey çok daha makul fiyata idi. Devletin ve halkın durumu hiç iyi değil'' diye geçirdi. Hatice henüz onbeş yaşında olmasına ve bir hanımefendi olmasına rağmen, gidişatı fark ediyor, içten içe üzülüyordu.


Osman Bey Konağına döndüklerin de saat epeyce geç olmuştu. Kapalıçarşıdan sonra sahil kenarına inip, boğazı izlemişlerdi. Yatsı namazından sonra odalarına çekildiler. Bu gece bayramın son gecesiydi ve yarın Mahmud'un medresesi başlayacaktı. Tüm günün de yorgunluğuyla, erkenden yattılar.

Kısa süre sonra meydana gelecek olaylardan habersiz, kendilerini gecenin, rahat kollarına bıraktılar...

Not: Paye-i mücerred= Osmanlıda İzmir ve Edirne Kadılıklarına verilen isim.
Osmanlıda nikah hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için http://istanbulefendisiardiyesi.tr.gg/D-Ue-%26%23286%3B-Ue-N-MERAS%26%23304%3BM%26%23304%3B.htm7

29 Eylül 2014 Pazartesi

Mahmud'un Mektubu



بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِي


Esselamu aleyküm ve Rahmetullahi ve Beraketuh

Allah azze ve celleye hamd, Rasulü Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve selleme selat ettikten sonra

İffet ve bereket timsali Hatice'M...
Arzum ve duam sana her mekan ve zamanda yanında olduğumu hissettirebilmekti. Lakin bendeniz aciz düştü. O kadar ki, şu cansız, kansız sarı yapraklara dahi 'söz'ümü geçiremedim. O vakit idrak ettim ki, bu fani dünyada tek Baki olan Rabbimiz subhanehü ve tealanın 'eşsiz' kelamıdır. Sana En Yüce olanın, Arşın sahibinin kitabıyla seslenebildim ancak.

Ey gözümün nuru, gönlümün süruru Hatice'M...
Allah azze ve celleden en değerli binayı istedim, O'ndan dostluğunu istedim. O'nunla tertemiz görüşüp, O'na sevimli olmak istedim. İçimdeki dalgaları dindirebilecek, sakin sular istedim. Ruhuma hitap edebilecek, kendi benliğimden bir beden istedim. Her duamın cevabını O'nun kelamında, Rasulü(sallallahü aleyhi ve sellemin)'nün sünnetinde buldum.

Merhametlilerin En Merhametlisi Rabbim( azze ve celle) Rum sureyi celli 21. ayetiyle bana sesleniyordu adeta ''Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.''
Anladım ki 'huzurum, sükunetim' sendin Hatice'M.
Efendim, müjdecim(sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştu “Aziz ve celil olan Allah nezdinde evlilikten daha sevimli ve değerli bir bina inşa edilmemiştir.” 
Benim en değerli binam Sendin. İçerisine girdiğimde, tüm sıkıntılarımı, hüzünlerimi örtecek olan, daha senin ismin ve cismin dahi yokken Dualarımda var olan Sendin. 
 Adem babamızı tanıdığımdan itibaren, dinimin kurtulmasını ve o mel'un şeytanın alt olmasını istedim. Yine cevabım karşımdaydı. 
Sirac'ü Müni'rim (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu:“Genç yaşta evlenen gencin şeytanı şöyle feryat eder: “Vay olsun ona! Dininin benden korudu.”

Hatice'M, sen benim ruhumdan yaratılmış, kalbimin ülfet ettirildiği kurtarıcımdın.

İbadetlerimi sağlamlaştırmak, elimde tuttuğum kulbumun diğer yarısını bulmak istedim. Az amelime, çok mükafat istedim. Sen elinde, övülmüş sözlerle karşımda belirdin. '' “Uyuyan evli kimse Allah nezdinde, oruç tutup gece ibadetle sabahlayan bekardan daha üstündür.”  “Her kim evlenirse, dininin yarısını sağlam kılmış olur. Diğer yarısı için de Allah’tan korkmalıdır.” 

Hatice'M, göz aydınlığım... Bunların ötesinde senin de bir şeyi çok iyi bilmeni istedim. '' Her ecel için bir yazı, Her şeyin bir süresi ve vaktinin'' olduğunu unutma, bu dünyanın geçici, huzuru mahşerin Hak olduğunu bil, ona göre yaşayalım arzu ettim.**

Sana her 'Zaman' seni seviyorum diyeceğimi bil, ama aşık olmamı bekleme. Benim aşkım 'Zaman'a sığamayacak kadar geniş, ölümle son bulmayacak kadar sonsuz. Seninle 'Asıl' buluşmamızın 'zamandan' arındırılmış yerde olacağını unutma, asılları elde etmeye bakalım diye dua ettim.

Tüm bunları Sonsuz Kudret  Sahibi Yaratanımdan ,her dua vakti, gönül kapısında bekleyerek istedim. MUCİB olan Rabbim beni kapısından hiç kovmadı. Onun kapısına giden asla eli boş dönmedi. 

Hatice'M... 
Herşeyin geçici olduğu bu alemde, her imtihan karşısında, yanında olsam da olmasam da bil ki, hep Dua'mdasın...

Sen, benimle aynı topraktan yaratılmış, ka'lu bela'mdaki Dua'msın...

ALLAHın rahmeti, bereketi, Rasulünün ve tüm meleklerinin duası senin üzerine olsun....
Göz aydınlığın Mahmud.


Not: Evlilik hakkındaki ayet ve hadisleri ilk yoruma link olarak koyacağım. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler ve hadislerin ravilerini öğrenmek isteyenler bakabilir.
MUCİB (duaya icabet eden demektir) ALLAH azze ve cellenin isimlerindendir.
Hayırlı eş ve çocuklar için sürekli söylenmesi gereken ayet:  Ey Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin süruru (sevinci) olacak iyi kimseler ihsan et ve bizi takva sahiblerine imam (önder) yap.” derler. Furkan suresi 74. ayetin okunması gerekir. Arapçasından okursanız çok daha iyi olur.

25 Eylül 2014 Perşembe

8.bölüm tatlı yiyelim tatlı konuşalım

Evin tüm erkekleri yer sofrasına oturmuşlar, yemeğin gelmesini bekliyorlardı. Evin küçük oğlu on yedi yaşındaki Abdullah evde olmadığından sofra hizmetini Selim yapacaktı. Çok beklemeden yemekleri gelmişti. Selim elindeki büyükçe,bakır kasedeki tarhana çorbasını, sinin ortasına dikkatlice koydu. Ev sahibi Bekir Efendinin seslice '' Bismillahir Rahmanir Rahim''  demesiyle hepsi içinden besmele çekip, yemeğe başladılar. 
19.yy'la birlikte Osmanlı saraylarına ve elit kesimin evlerine Avrupa usulü sofra adabı girmiş olsa da, hala pekçok köklü aile gelenek ve Osmanlı'ya has kültürlerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Yere serilen sofra bezinin üzerine konan kasnak ve onun da üzerine yerleştirilen sini. Büyükçe, bakır kasenin etrafına yerleştirilmiş, yemeğine göre değişen kaşıklar ve bunların yanına konulan, yağlı eli silmek için kullanılan, önceden sıcak, subunlu ve çiçek kokulu sularla yıkanmış, nemli mendiller ve çatal kullanmayıp sağ elin üç parmağıyla yemek yemek geleneklerinin bir kısmıydı.

Çorba bitince, Selim sofraya temizlenmiş balık,pilav, semizotlu salata ve ayva hoş-abını koydu. Yemeğin ortalarında Abdülhamid Efendi su rica edince, Talha hemen bardağa su koyup kayınbabasına uzattı. Abdülhamid '' Su gibi aziz ol evladım'' diyerek ona dua etti. O suyunu ''Bismillah'' diye içerken tüm sofra yemek yemeği kesmiş, onun suyunu bitirmesini bekliyorlardı. Bu su içmek isteyen veya sofradan kalkan kişinin hakkını gözetmek için uygulanan, doğal bir davranıştı.
Son olarakta pekmez helvası geldi sofraya. Tatlıyı yemeğe başlayınca her biri 'o' farklı tadı almış olsalar da hiç belli etmediler. Çünkü, Osmanlı'da sofralarda pek konuşulmaz ve yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamazdı. Bu sebeple bir kişi bile ''bu ekşi pekmezle yapılmış'' demeden tatlıyı usulca yediler. 
Mahmud tatlının tadını alınca, '' bunu Hatice'm yapmış, bana bir mesaj mı vermeye çalışıyor'' diyerek içinden, dudaklarına yansıyacak kadar güldü, fakat bu hareketi saniyeler kadar sürdü. Çünkü sofrada gülmek adaba aykırı olduğu gibi neden güldüğünü de açıklayamazdı zaten.
Herkes yemeğini bitirince, Bilal sofra duasını yapmaya başladı 
''اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِي أَطْعَمَنيِ هَذاَ وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِحَوْلٍ مِنيِّ وَلاَ قُوَّةٍ 
“Benden hiçbir hareket ve kuvvet harcamaksızın bana bu yemeği yediren ve beni onunla rızıklandıran Allah’a hamdolsun.”
amin deyip son lokmalarını yiyip sofradan kalktılar.



Hanımların yemek yediği odada ayrı bir hava vardı. Sofraya oturacakları sırada, habersiz bir misafir gelmişti. Saadet Hanımların İstanbul'dan misafirleri geldiğini duyunca, kızını da alıp oturmaya gelmişler fakat, yemek yiyeceklerini görünce sofraya oturmuşlardı. Saadet hanım böyle şeyleri hiç sorun etmez, her geleni 'başımızın üzerinde yeriniz var' düsturuyla ağırlardı. Ağır yemekler yenmiş, sıra tatlıya gelmişti. Helvayı kaşığından, ağzına götüren Saadet Hanım'ın bir anda yüzü kızardı. Gözlerini kızının üzerine dikti. Hatice kafasını kaldırıp, annesine bakamıyordu.  Tatlının tadındaki farklılığı fark etmişte olsa kimse sesini çıkarmadan yemeğe devam etti. Sadece küçük Rukiye biraz yüzünü asar gibi oldu fakat hemen annesi Gülpare'nin bakışlarına maruz kaldı. Yüzünü asmayı bırakıp, düzgünce yemeğe devam etti. 
Sofradaki herkes israfın haram ve devlet-i a'l-i Osmaniyye'nin pek çok yerinde bu nimete ihtiyaç duyanların olduğunu pek a'la biliyorlardı. Ekşi pekmez tadına aldırış etmeden tatlıyı da bitirip, sofra duasını yapıp kalktılar.

Yatsı ezanı yaklaşmış, erkekler abdestlerini tazeleyip yakınlardaki bir camiye, namaz için gitmişlerdi. Hanımlarda namazlarını evde kılmak için hazırlık yapıyorlardı. Saadet Hanım bu sırada kızı Hatice'yi yanına çağırıp, bir güzel payladı. 
'' Ah, güzel yavrum ne yaptın ? Misafirlerimize karşı çok mahçup olduk. Neden işini özenle yapmıyorsun. Tatlı ile ekşi pekmezi nasıl karıştırırsın ? Demezler mi 'bu nasıl genç hanım, evlenecek aklı bir karış havada'' diye. Daha özenli ve dikkatli olmalısın. Haydi, bizde namazlarımızı kılalım'' diye sözünü tamamladı.
Hatice, annesine hak veriyor, dalgın aklına çok daha fazla kızıyordu. '' Hay, benim şaşkın kafam. Öyle hülyalara dalarsan, olacağı buydu zaten. Rezil olmayayım diye hayal ederken daha beteri oldun. Kim bilir hakkımda ne düşündüler'' diye söyleniyordu.

Erkekler namazdan döndükten sonra, kahvelerini içip, sohbete başladılar. Mahmud'un aklında yazacağı mektup olduğundan izin alıp, odasına çekildi. Talha ile Selim, birbirleriyle çok iyi anlaşmış gündem ve siyasi konular hakkında tartışıyorlar, Bilal ise sakince onları dinliyordu. Bekir ve Abdülhamid efendi ise, Mahmud ve Hatice'nin düğün meselesini konuşuyorlardı.
Abdülhamid: '' Sevgili dünürüm, geliş sebebimizi tahmin etmişsinizdir. Niyetimiz, kızınız ve oğlumuzun düğün merasimlerini bir an evvel yapmaktır. Sizin de uygun göremenizle, Ramazan girmeden bu mübarek işi sonuca bağlıyalım derim. ''

Bekir: '' Haklısınız, lakin Ramazana bir buçuk hafta kaldı. Sizin akrabalarınız gelebilecekler mi? ''
Abdülhamid: '' Daha önceden kardeşim Emrullah ve yakın birkaç akrabam ile görüştüm. Tam tarih belirlediğimizde yola çıkacaklar.''
Bekir: '' Pek a'la. Nihakta keramet var derler. Düğün hazırlıklarına başlayalım. Haftaya perşembe düğünü yapalım nasipse.'' diyerek, hazırlıkların ayrıntılarını konuşmaya başladılar.

Mahmud odasında, pencere kenarındaki divana oturup, önüne yazı mazemelerini sermiş, mehtaplı gecede, karanlık denizi izlerken, içinden geçen herşeyi Haticesine yazmaya başlamıştı.


22 Eylül 2014 Pazartesi

7. Bölüm İZMİR

... 1912...  İzmir Kordon İbrahim Paşa Yalısı...
Misafir odaları, salon ve mutfağı son kez kontrol ettikten sonra bahçeye bakmaya çıkan Saadet hanım, deniz tarafına bakan çardak ve masalarla ilgilenirken duyduğu at nalı sesleriyle başını yüksek demirli beyaz bahçe kapısına çevirir. Gelenlerin abisi Abdülhamid ve ailesi olduğunu görünce sevinçle o tarafa doğru yürür. Misafirleri ve onları karşılamaya giden beyi kadı Bekir efendi arabadan inmeye başlamışlardır. Hemen bahçıvanın on yaşlarındaki oğluna çocuklarına haber vermesini söyler. Bekçi ve bahçıvan, misafirlerin eşyalarını içeriye taşımaya başlamıştır bile. Kısa sürede büyük oğlu Selim de misafirleri karşılamaya gelmiştir. Kısa bir kucaklaşmadan sonra uzun yoldan gelmeleri dolayısıyla, misafirlerin hepsi kendileri için hazırlanmış odalarına çekilirler.

Hatice dayısı ve ailesinin geldiğini mutfak penceresinden görmüştür. Annesi hazırlıkların eksiksiz olması için onun mutfakta bulunmasını istemiştir. Misafirler akşam yemeğine kadar dinleneceklerdir. İçini kaplayan heyecanın daha da arttığını hisseder. Derin bir nefes alır '' Sakin ol, daha Mahmud'u görmedin bile.(içindeki ses) -daha görmeden böyleysen artık, diyince- Sus bakayım, şunun şurasında o da insan, bende. Hem daha önce de görüşüp, konuştuk.'der' böyle düşünürken birden yüzünü asar, içini çekerek  ve'' Tabi bir senedir görüşmedik, acaba değişmiş midir? Ya beni unutmuşsa, ya onunla konuşurken heyecandan hata yaparsam,rezil olursam, ya beni beğ-'' Aaa neyse ne! Daha fazla düşünüp kendimi üzmeyeceğim. Akşama yenecek tatlı daha hazır değil. Yetişmezse asıl o zaman rezilliği görürsün sen'' diyerek mutfak penceresinin yanından ayrılıp, işinin başına gider. Tabi tatlıyı yaparken hala aklında Mahmud vardır.Tatlı yapımına odaklanmadığı için akşama pişman olacağından habersiz, onun derslerini, medrese yaşamını ve İstanbul'da kendisini hatırına getirip getirmediğini merak etmektedir. 




Mahmud ise kardeşi Bilal'le kendilerine tahsis edilmiş odanın, ahşap pervazlı penceresinden körfezi izlemektedir. Ela gözleri denizin derin mavilikleriyle karışmış, derin düşünceler içinde boğulmaktaydı. Talha'nın dediklerini en önemli şey hariç, harfiyen yerine getirmiş. Evet, mektubu yazamamıştı. Elinde diviti, saatlerce sarı kağıdına bakmış, fakat tek bir harf bile yazamamıştı. Kaplıçarşıdan aldığı, gümüş oymalı, aynalı kutunun içini, hoş kokulu çiçeklerle ve özel yapım bir çift küpeyle süslemişti. Küpelerin birinin içine, incelikle ' Gözümün nuru sevdiğim, H', diğerine ' Seni kördüğüm gibi seveceğim, M' yazdırmıştı. Yazı yazdırabilmek için özellikle, arkası düz küpeler seçmişti. Kutuya koyacağı küçük armağanın, küpe olmasının sebebiyse, hiç kimsenin onun zinetini görmesini istemediğindendi. Kadınların arasında boynu açık oturuyor olsa bile, yemenisi onun kulaklarını örter ve küpeler görünmez diye düşünmüştü. 
Mahmud bilmesede, Hatice annesinin  yanında dahi başından tülbentini çıkarmıyordu.

Gözlerini, engin deryanın derinliklerinden çekip, Karşıyaka semalarına dikti. Sisli, dağ ve tepelere bakıp, derince nefes verdi. Seslice ' ALLAHım ne yazacağım ben' diyerek elleriyle yüzünü ovuşturdu. 

Abisin sesini duyup, uykusundan uyanan Bilal, 'bismillah' diyerek yattığı yerden doğruldu. Yüzünü abisine dönerek, ' Hayırdır, ne yazman gerek' diye sordu.

Bilal'in sorduğu soruyla, sesli düşündüğünü anlayan Mahmud, meseleyi kardeşine açıp açmamakta tereddüt etti. Bilal'in gözlerini kendisine dikmiş, cevap beklediğini anlayınca '' Birine, öyle bir yazı yazmalıyım ki, hangi vakit okusa beni yanında hissetsin ve ne olursa olsun, kavuşacağımızı bilsin. Lakin ne ve nasıl yazmam gerektiğini bilmiyorum'' diye iç çeker.

Bilal kara kaşlarını birleştirerek, merak içinde abisine '' İki rekat hacet namazı kılıp, ALLAH'tan yardım istedin mi?'' der ve cevap beklerken tek kaşını kaldırır.

Mahmud gülümseyerek '' Ne yazacağımı düşünmekten aklıma gelmemiş. Cezakellahü hayran Bilal. Ben abdestimi tazelemeye gidiyorum.'' diyerek yüklüğün bulunduğu tarafa gider. İbriği eline aldığında, Bilal seslenir '' Ağabey, bekle..İbriği ben tutayım.'' diyerek hızla oturduğu yerden kalkar. Mahmud'un yanına gidip elinden ibriği alır, suyu yavaşça Mahmud'un avucuna dökmeye başlar. Mahmud abdesti bitince,'' Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulüh'' der sonra ''bismillah'' diyerek ibrikten bir avuç su içer. 
Kardeşi Bilal'e döner 'Sende abdest al istersen' diyerek kardeşinin abdest almasına yardım etti.

Bulundukları oda, yalının ikinci katında, kuzey tarafında iki penceresi olan, orta büyüklükte bir yerdi. Sağ pencerenin önünde bir divan vardı. Odanın içinde her türlü ihtiyaç için küçük bir ocak  ve yatak-döşek koymak ayrıca abdest-gusül alabilmek için yüklük odası vardı. Yere, ayakları kıbleye gelmeyecek, yatarken rahatça yüzlerini kıbleye dönecekleri şekilde, iki yatak serilmişti. Ahşap zeminin üzerin orta boy, Uşak halısıyla kaplıydı. Kapıya yakın duvarın üzerinde hat yazısıyla'' Ya Hayy'' yazan bir çerçeve vardı.

Mahmud cebinden kurmalı saatini çıkartıp, ikindi namazına ne kadar kaldığına baktı. Hala vakti olduğunu görünce, seccadesini serip, hacet namazına durdu. Bu sırada Bilal, divana oturmuş, denizi izlerken, ezberinden ders tekrarı yapıyordu. Ağabeyi namazını bitirip, duasını edince yanına gelip '' Haydi, kalk ! İkindi namazına çok bir vakit yok. Konak Yalı Camiinde kılalım namazımızı. Kordonla, Konak arası uzun bir mesafe değil. Yürüyerek gideriz.'' dedi.  Bilal abisine tebessüm ederek '' ALLAH dualarını kabul etsin. Babam, eniştem ve diğerlerini de çağıralım. Belki, onlarda Yalı Camiinde kılmak isterler namazı.'' diyince, Mahmud '' Olur, zaten çağırmassam Talha beni neden götürmedin diye sitem eder. İlk defa İzmir'e geliyor, namaz çıkışı gezdirmek gerek.'' 
Bilal '' Selim ağabeyle gezersiniz, ben pek dolaşmak istemiyorum. Babamlar gelirse, onlarla dönerim.''
Mahmud'' Pek a'la. Haydi, gidelim.'' diyerek odadan çıkarlar. Babalarının bulunduğu odanın önüne gelip, kapıyı çalarlar. Babalarını, odanın kapısına gelip '' Hayır ola, evlatlarım' diyince, meseleyi açıklarlar. Bir süre sonra, yalıdaki tüm erkekler camiye gitmek üzere Kordon'da, denizin kenarından, Konak Yalı Camiine yürümeye başlarlar.


Konak Saat Kulesinin önüne gelince, Bilal yanında getirdiği ıslatılmış, bayat ekmekleri mendilinin içinden çıkartıp, meydandaki kuşaların yiyebileceği fakat insanların üzerine basmayacağı bir yere koyar. 
Bilal'in kendilerinden biraz uzaklaşması Talha'nın dikkatini çekmiştir. Bir süre, onun ne yaptığını izler, sonra hoş bir tebessümne, kendi kendine '' “Kesilecek kuşa bile merhamet eden kimseye, Hz. Allah kıyamet günü rahmet eder. Merhamet etmeyen rahmet olunmaz.''hadis-i şeriflerini tekrar edip Yalı Camiine yöneldi.

İkindi namazından sonra Bilal, babası ve halasının eşiyle yalıya döndü. Mahmud, Talha ve Selim ise Karşıyakaya gitmek için kayıkhane tarafına gittiler. 

Karşıyaka çarşısında biraz gezindikten sonra, kayıkla Göztepe sahiline geldiler. Oradaki küçük bir camide akşam namazlarını bitirip, tam cami bahçesinden çıkacakları sıra, Selim harp okulundan bir arkadaşıyla karşılaşıp, ayak üstü hal hatır sorup, misafirleriyle tanıştırdı. 
Selim, arkadaşı Kazım'a dönerek '' Mahmud dayımınoğlu ve Talha'da onun eniştesi'' diyerek ikisini tanıttı. Sonra '' Kazım'da Edirne Mekteb-i harbiyye-i şâhâne'den arkadaşım. Bölge Kara Komutanlığında teğmen olarak görev yapıyor.'' dedikten sonra ekledi. ''Tabi, bildiğiniz üzere İttihat ve Terakki başa geldikten sonra, İstanbul hariç tüm harbiyeler kapatıldı. Bizler, Edirne harbiyesinin son mezunlarıyız.'' diyerek, buruk şekilde tebbüsüm etti. 
Kazım onlara, şayet uygun görürlerse, evlerine bırakabileceğini, Kordon tarafındaki karakola uğraması gerektiğini söyledi. Beraber cami kapısının önündeki askeri araca bindiler. 
Yalıya döndüklerinde herkes yemeğe oturmak üzereydi. Bahçedeki çeşmede ellerini yıkadıktan sonra selamlığa girdiler. Mahmud'un içini büyük bir heyecan sarmıştı. Haticesinin ellerinin değdiği yemeklerinden tadacaktı. Bu hislerle yer sofrasına oturdu.




Not: Abdest aldıktan sonra şehadet getirmek sünnettir.  Kayıkhanenin fotoğrafını da koymak isterdim ama olmadı. Mahmud'da, yazarınızda nasıl bir mektup yazacağını bilmiyor. Yardım etmek isteyen olursa seviniri. =) 
Resimdeki yer 1900lerde Konak Meydanı, saat kulesinin sol tarafındaki  Yalı Camii...



13 Eylül 2014 Cumartesi

6.bölüm heybetli adam sarsılıyor







Hicri: 17 Şaban 1330 ( 1 Ağustos 1912)
Osman bey konağında, Abdülhamid ve ailesi İzmir'e gitme hazırlıkları yaparken, öte tarafta Osman ise İstanbul'a dönme hazırlıkları yapıyordu.

Trabzon 21 Rebiülevvel  1317 ( 5 mart 1899)
Dr. Ömer Efendi kütüphanesinin çalışma masasına oturmuş, elindeki mektubu okuyordu. Mektubu okumayı bitirince gözündeki gözlüğünü çıkartıp, gözlerini ovuşturdu. Gelen mektup yakın arkadaşı Doktor İbrahim'den idi. Kendisini, Sultan Abdülhamid Hanın inşaatını başlatmış olduğu Şişli Etfal çocuk hastanesine davet ediyordu. Eğer kabul ederse, tabip olarak görev yapmasını talep ediyordu. Ömer efendinin yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Arkadaşıyla kısa süre önce mektuplaşmışlar, ona yakında İstanbul'a geri döneceğini söylemişti. İbrahim hiç bir fırsatı kaçırmıyordu doğrusu. Döneceğini duyduğu an ona ilk defa açılan çocuk hastanesinde görev teklif etmişti. ''Kabul edeceğimi çok iyi biliyorsun, bir sene önce açılan Gülhane Askeri Tıp hastanesini yerine senin yanına gelmemi istedin değil mi dostum?'' diye içinden geçirdi Ömer efendi.  Durumu aile fertlerine bildirmek için kütüphanesinden çıktı.

Tüm aile, büyük salona toplanınca söze başladı. '' Evlatlarım, bildiğiniz üzere yakın zamanda İstanbul'a yerleşeceğiz. Kadim bir dostum olan İbrahim'den bir teklif aldım. Sultanımız Abdülhamid Han yeni bir hastane inşaatı başlatmış. Şişli Etfal çocuk hastanesi. Bendenizin de orada hizmet etmesi isteniyor. Teklifi kabul etmeyi düşünüyorum. Gülhane Askeri Tıp Hastanesi yerine, ilk defa açılacak olan çocuk hastanesinde hizmet etmeye karar verdim. Kızım Fatıma sen ve damadım dilediğiniz yerde görev yapabilirsiniz. Kararınız size kalmış. Mesele anlaşıldığına göre, kısa sürede taşınmamız gerekmektedir. Sizlerin daha önceden hazırlıklarınıza başlamış olduğunuzu umuyorum.'' diyerek konuşmasını tamamlar.

Osman'ın içini bir hüzün kaplar. Hocasının gittiği Edirne Selimiye Darulhadis medresesine gitmek istemektedir. Hocası bugün babasıyla konuşmuş, babası da kabul etmiş hatta 'biz de seninle geliriz' demiştir. Ailesinin yeni açılımlara olan ilgisini bilen Osman '' İnşaaALLAH İstanbul'a gitmem için ısrar etmezler. ALLAHım sen hakkımda hayırlısını ver. Senden en hayırlı ve faydalı ilmi istiyorum.'' diye geçirir. Selimiye medresesine giderse ailesinden ayrılacağını anlamıştır fakat yine de hocasının icazet aldığı medreseye gitmek istemektedir.

Ahmed, kayınbabası sözünü tamamlayınca: '' Efendim sizinle konuşmak istediğim bir mevzu var. Dilerseniz kütüphanede görüşelim.'' diyince beraber kütüphaneye giderler.

Ömer efendi: '' Buyur evladım. Seni dinliyorum'' dediğinde bir yandan da kütüphanede bulunan tekli koltuklardan birine oturmaktadır.
Babasının oturduğunu gören Ahmed de karşısına oturup söze başlar: '' Bugün Osman'ın hocası hafız Ali efendiyle görüştüm. Osman'ın Edirne Selimiye darulhadis medresesinde eğitim görmesinin daha hayırlı olacağı kanaatindeydi. Gerekçelerini haklı bulup, onunla hem fikir oldum. Osman'la da görüşüp onunla Edirne'ye geleceğimi söyledim. Askeri hastane yerine halka hizmet eden yerlerde hizmet vermeyi tercih ettiğimi bilirsiniz. Ancak yeni açılacak çocuk hastanesinde hizmet etmek gönlümü cezbetti. Yalnız Osman'a söz vermiş bulunmaktayım. Siz ne yapmamı ön görürsünüz? '' diye sıkıntıyla sözünü tamamladı.
Ömer efendi de Osman'ın Edirne'de okumak istediğinin farkındaydı. İki lafından biri Selimiye olmuştu çocuğun. Belli ki  gönlü oradaydı. Fakat yaşı hala çok küçüktü. Ne olursa olsun tek başına gidemezdi. Zaten hocası Ali efendinin özel icazeti olmasa, bu yaşta kabul edilmesi söz konusu bile olmazdı. Uzun uzun düşündükten sonra damadına dönüp:
'' Evaldım, kişi sözünün eri olmalıdır. Hizmet edecek yer çok, sen yeter ki hizmet etmek iste. Sultanımız II. Bayezid'ın 893 (1488) te yaptırmış olduğu Daruşşifa, Rus harbinden sonra tekrar onarım görmüş. Bir kaç sene evvel ruh hastaları için hizmete başlamış. Hem Osman gönül verdiği eğitimini alır, hem de sen gönlünce hizmet edersin. Fatıma zaten Osman'dan ayrı kalmaya dayanamaz. Osman biraz büyüyünce İstanbul'a dönersiniz.''
Babasının dediklerine hak veren Ahmed, hanımını haber vermek için Ömer efendinin yanından ayrılır.

Bir hafta içinde tüm hazırlıklar tamamlanmış, Ahmed, Fatıma ve Osman Edirne yollarına düşmüştür. Ömer efendi ve geri kalan ev ahalisi ise İstanbul'a gitmişlerdi.

Edirne'ye yerleşmelerinden bir sene sonra Fatıma ve Ahmed'in bir kız çocukları olmuştur. Yıllar sonra gelen bu değerli bebeğe Zeyneb (mücevher) adını koymuşlardır. Edirne'de yedi sene oturup, Osman on iki yaşına gelince artık Fatıma'ya haremlik-selamlık gerektiğinden bir de annesi rahatsızlanınca Fatıma İstanbul'a yerleşir. Ahmed efendi Osman'ı yalnız bırakmak istemediği ve hanımının da 'Osman'ın yanın da kal, ara da gelir gidersin yanımıza. Biraz daha büyüsün hala küçük'' demesiyle Edirne'de kalır.

Fatıma, İstanbul'da annesine bakarak ve küçük Zeyneb'in eğitimiyle ilgilenerek günlerini geçirmektedir. Ömer efendi tatil günlerinde dahi hastanede çalışmaya devam eder.

Sultan Abdülhamid hanın tahttan indirilmesiyle, Devlet-i A'li Osmaniyye'nin her köşesinde sıkıntılar baş gösterdiği gibi, bu olaylar hastaneye de yansımıştır. Ömer efendinin arkadaşı baştabip İbrahim efendi görevinden alınır. Bu durum Ömer efendiyi çok üzmüşse de elinden bir şey gelmez. İttihat ve terakki akıllarını kaybetmiş bir şekilde rus ruleti oynamaktadırlar. Yolsuzluk ve rüşvetler almış başını gidiyordur. Halkın arasında ahlaksızlıklar baş göstermiştir. Ne hazindir ki, heybetli çınar her yönden baltalanıyordur.

Yıllar yılları kovalar... Ve Balkan harpleri başlar...



http://belgelerlegercektarih.com/2012/09/21/osmanlidan-bize-hicbir-sey-miras-kalmadi-yalani-sisli-etfal-hastanesi-hamidiye-etfal-hastanesi/
Şişli etfal hastanesi hakkında ayrıntılı bilgi