10 Eylül 2014 Çarşamba

5.bölüm İlim-Evilik

Abdülhamid, hanımıyla görüştükten kısa süre sonra Mahmud'u dönemin İstanbul'daki nadide medreselerinden birine gönderir.  Kaderin cilvesi birbirinden habersiz iki kardeşte aynı zamanda Kur'an-ı Kerimi öğrenirler. Aynı imtihanları yaşar ve yine aynı zamanda hafız olurlar.
Aişe hanım, Mahmud'un icazet töreninde gözyaşlarına hakim olamamaktadır. Küçük Meryem annesinin eteklerinden çekiştirip '' Anneciğim ne-neden ağlıyorsun? B-ben de ağlarııım bak'' diyerek Aişe'nin dikkatini çekmeye çalışır.
Aişe iki yaşındaki yavrusunu kucağına alıp, ona sessizce Osman abisini anlatır. Annesinin dilinden hiç düşürmediği Osman abisini merak eden minik kız, dikkat kesilir.
'' Yavrum daha çok küçüksün. İleriki zamanlarda beni daha iyi anlayacaksın. Şuan ağlıyorum çünkü Osman abinin de icazet almasını isterdim. Yanımız da, bizimle olsun isterdim kızım. ALLAH subhanehü ve tealanın takdiri. Böyle olsun istemiş. Yalnız gönül ve göz ferman dinlemiyor gözyaşı döküyor ansızın.'' tüm konuşmasını tebessüm ederek yapmıştı Aişe.
 Küçük ellerini annesinin yüzüne uzatıp gözyaşalarını sildi Meryem. Annesinin  dediklerini anlamışcasına '' Biiliyorumm ...anneciiğimm. A-ama...Üzülme s-sen. Dönecek... Bi-biliyorum.'' diye teselli etti onu. ALLAH azze ve celle sanki; tertemiz bir dile bahşetmişti müjdesini.
Aişe yavrusunu sıkıca sarılıp ,öperek '' Biliyorum..gül kokulum..biliyorum''diyerek onaylar.
İcazet töreni bitmiş, herkes evlerine dağılmıştır. Mahmud anne ve babasının bu mutlu günde dahi yüzlerinden eksik olmayan hüznün sebebini pek a'la bilmekteydi. O da, hatırlamasa bile Osman'ı özlemekteydi. -Şayet kardeşi yanlarında olsa birlikte medreseye gider, beraber ders çalışır ve oyun oynarlardı. Anne ve babası sürekli içlerinde bir hüzün taşımazlardı..- Mahmud bunları düşünmekte ve ailesini daha çok üzmemek için hiç yaramazlık yapmayıp, hep çabalamaktaydı. Küçük yaşına ve iyi bir aileden geliyor olmasına rağmen pek alçak gönüllü ve merhamet sahibiydi. Büyüklerine ve hocalarına karşı saygıda asla kusur etmez, akranlarına da daima iyilikte bulunurdu. ALLAHın yardımıyla artık hafız da olmuştu. Buradaki eğitimini tamamladığında Süleymaniye Caminde eğitime başlayacaktı. Abdülhamid efendi devrin en iyi alimlerinden ders almasını istiyordu. Onlar gelecek planları yaparken, bekledikleri gelecek geldi...

1912...
Yıllar yılları kovaladı, göğüslerdeki yara kabuk bağlamaya başladı. Abdülhamid'in annesi Şahika hanım Hakkın rahmetine kavuştu. Meryem onbeş, onaltısında gelinlik kız olmuştu. Aişe ve Abdülhamid'in, Meryem'den sonra iki evlatları daha oldu. Biri onüç yaşındaki Bilal, diğeri on yaşındaki Rukiye'ydi. Mahmud eğitimine ara vermeksizin devam ediyordu. Kadı olabilmesi için Medresetül-Kuzattan mezun olması şarttı. Her dersi birincilikle bitirmek için çok fazla çalışıyor, gayretinin karşılığını da alıyordu. Müfredattalarında bulunan; belagat, fıkıh, hadis, tefsir,kelam, hadis ve tefsir uslulü gibi pek çok islami ilimin yanı sıra, frenk dillerinden de almanca, fransızca, rusça ve ingilizceyi iyice öğrenmişti.
Mahmud'un Süleymaniye Cami medresesine başladığı gün tanıştığı, o zamandan beri en yakın dostum dediği, Talha isimli kendinden iki yaş büyük bir genç vardı. Talha aslen Maraşlıydı. Babası yörenin tanınmış aşiret ağalarından biriydi. Dindar ve alime büyük hürmet gösteren babası, Talha'yı iyi eğitim görmesi için İstanbul'a göndermişti. Medresenin, yatılı talebe bölümde kalan Talha, tatil günü olan cumaları Mahmud'un evine gider, beraber ders çalışırlardı. Bu gidip-gelmeler sırasında aileyle iyice yakınlaşmış ve kendisini pek sevdirmişti. Haremlik-selamlık nedeniyle Mahmud'un evindeki kadınları hiç görmemişti fakat iki kız kardeşi olduğunu biliyordu.
Bir cuma çıkışı Talha, Mahmud'a :'' Sen önden git, benim medresede biraz işim var, halledip geleceğim nasipse'' diyerek Osman bey konağına Mahmud'u önden yolladı. Medresede babasından gelen mektubu alıp, Mahmud'lara gitmek için yola çıktı. Konağa varmasına az müddet kala ellerinde eşya yolda yürüyen iki yaşlı kadın gördü. Aslında kadınların yaşlı olup olmadıklarının anlaşılması mümkün değildi. Çünkü tepeden tırnağa çarşafa bürünmüşler, yüzlerinde peçe, elleri eldivenli Osmanlı hanımefendisiydiler. Onların yaşlı olduğuna kanaat getirmesinin nedeni; birinin elinde baston, diğerinin şemsiye olmasıydı. Baston ve şemsiyeyi yaşlı kadınlar taşırdı genellikle. Ellerinde yük, İstanbul'un zorlu yokuşlarından birini yavaş yavaş çıkıyordu iki kadın. İçinde acıma ve merhamet duyguları canlandı Talha'nın. Musa aleyhisselam ve iffetli iki kadının durumu gözlerinin önüne geldi. Kur'an-ı Kerim ne güzel anlatmıştı Musa aleyhisselamın o kızlara yardımını.Bunları düşünüp, kafasında tarttıktan sonra sakince kadınlara doğru yürüdü ve selam verdi. Yaşlı ve kalabalık kadın topluluğuna selam vermek caizdi nasıl olsa.

Meryem, anneannesi Zehra hanımla beraber bir komşularını ziyaretten dönüyordu. Komşuları, Meryem'i çok sevdiğinden çeyizi için bir kaç bir şey yapmıştı eliyle. Meryem utana sıkıla almıştı hediye edilenleri. Fakat içinde biraz sızı vardı Meryem'in. Yaşıtları evlemiş, çoğu çoluk-çocuk sahibi olmuştu. Annesi hep ''nasip-kısmet yavrum. Rabbim merhametli, iffetli, sana layık birini sana nasip etsin. Belli ki hala eğitimini tamamlamamış, ondan gelip seni isteyemiyor'' diyerek latifeyle karışık kızını teselli ediyordu. Meryem zamanın en iffetli ve en iyi tahsillerini görmüş nadide çiçeklerinden biriydi. Onun aldığı eğitimi alan hem cinsleri kendilerini avrupa rüyalarıyla kandırıp, maalesef ki islam esaslarını bir kenara atıyorlardı. Babası sayesinde bilinçli ve dengeli bir eğitim gören Meryem iffetiyle de görenleri pek şaşırtıp '' bu zaman da bu kadarına ne gerek var. Avrupaya ayak uydurmak gerek. Çarşaf yerine pardesü giyilecek yakında sen hala peçe yapıyorsun. Yaşlı kadınlar gibi şemsiye ile sokağa çıkıyorsun. Artık kadının özgür olma zamanı. Hem o kadar eğitim alıp, frenk dilleri öğrendin. Peki neden hala çağa ayak uydurmuyorsun'' laflarına maruz kalıyordu. Kişisine göre muamele yapıp, bazen cevap bile vermiyordu bu manasız sözlere. Çağa göre değil, Kur'an-a göre yaşanacağını unutmuşlardı bu densizler. ALLAH subhanehü ve tealanın kendilerine emrettiğinin en mükemmel olduğunu göremiyorlarmıydı? Pardesünün avrupa icadı olup müslüman kadını bozmak olduğunu peçeyi yalnızca müslüman ve hür kadınların takabileceğini, bir kadının asıl yerinin evi olduğunu bilmiyorlar mıydı? Ne çabuk unutmuşlardı ! Heyhat ne yazık! ''Nereye bu gidiş'' diye düşüncelere dalmış anneannesiyle yokuşu çıkarken tok bir selam işittiler'' Esselamü aleyküm ve rahmetullah. ''...

İki kadının arkasını dönmesiyle söze girişti hemen Talha : '' Teyzelerim, baktım bu sıcakta yaşlı haliniz ve yüklerinizle bu dik yokuşu çıkmaktasınız. Ben de şuradaki Osman bey konağına gideceğim. Dilerseniz evinizin yakınına kadar size yardım edeyim.'' gülümseyerek sözünü tamamlayıp, cevabı beklemeye başladı.

Zehra hanımın küçüklüğünden beri evlerine gelen Talha'yı tanımıştı. Meryem'in kendisi dururken cevap vermeyeceğini bildiği için ilk selamını aldı sonra da ellerindeki bohçaları bir şey söylemeden Talha'ya uzattı. Meryem hiç tanımadıkları birinden yardım kabul etmek istemese bile anneannesine karşı gelemeyeceği için o da ellerindekileri Talha'ya verdi.
Zehra hanım : ''Osman bey konağına doğru gidiyoruz evladım'' deyince Talha önde, hanımlar arkada yürümeye başladılar. Konağın önüne gelince Talha durup: '' Eviniz uzaksa daha taşıyayım teyze'' deyince Zehra hanım: '' Yok evladım. Biz burada oturuyoruz, alalım eşyalarımızı'' dediğinde Talha ilk ne olduğunu idrak edemedi. Sonra ''belli ki yardım ettiğim kişiler Mahmud'un annesiyle anneannesi tam tesettürlü oldukları için tanıyamadım'' diye içinden geçirip hemen '' Buyurun teyze'' diyerek bohçaları verdi.
Zehra hanım ve Meryem beklemeksizin içeriye girerlerken Talha onların girmelerini bekledi. Onlar içeri girince o da konağa girdi. İlk gördüğü kişiye ''Mahmud'a geldiğimi haber verir misiniz? Ben bahçede oturuyor olacağım'' diyerek etrafı envai çiçek dolu olan taş yolda yavaş adımlarla sedirlere doğru gitti. Mahmud'u ve babasını çok seviyordu. Küçükken Aişe hanım ve Zehra teyzeyi de görmüştü fakat büyüdükten sonra hiç görüşmemişlerdi. O zamanlardan kalan anılarla onların da kendisine karşı merhametli olduğunu hatırlıyordu. Kuş, ağaç ve hafif rüzgar sesleri arasında dalıp gitmişken ayağına bir şeyin dokunduğunu hissetti. Kafasını eğip baktığında, Mahmud'un meşhur kedilerinden birini gördü. Bu çocuktaki kedi sevdasını tanıştıklarından beri çözememişti. Onu tanıdığından beri nerede yavru kedi bulsa eve veya medreseye getiriyordu Mahmud. Onun hayvanlara bile büyük bir merhamet beslemesi gülümsetmişti Talha'yı. Eğilip ,yavaşça kucağına aldı tekir kediyi. Talha tam kediyi sevmeye başlamıştı ki , kedi bir anda elinden atlayıp, koşmaya başladı. Kedinin gittiği yöne bakan Talha sebebini anlamıştı, gülümsemesi daha da arttı.
Mahmud elinde kedileri için hazırlamış olduğu ekmeklerle bahçeye çıkmış, ''pisi-pisi, pisi-pisi'' diyerek onları çağırıyordu. Kediler gelince önlerine yemeklerini koyup, Talha'nın yanına doğru yürümeye başladı.

Talha: '' Ya hu ! Ben bahçede seni bekliyorum, sen hala kedilerinin yemeğini düşünüyorsun. Bu nasıl vefadır dostum.'' derken sımsıkı sarılıyordu can dostuna.
Mahmud: '' Onlarında canı var. Eve geldiğimden beri babamla konuşuyordum. Ancak onları beslemeye vakit bulabildim. Hem bunun vefasızlıkla ne alakası var kardeşim'' diye hoş bir küskünlükle sitem etti Talha'ya.
Bir süre bahçede oturup, üzüm salkımlarının altında çay içtiler. Bir ara Talha yolda gelirken anneannesi ve annesiyle karşılaşıp beraber geldiklerini anlattı. ''Çarşafları ve peçelerinden dolayı onları tanıyamadım. Ama onlar beni nasıl tanıyamadılar, hala çözebilmiş değilim.'' Mahmud bu olaya şaşırmıştı. Annesi bugün hiç dışarı çıkmamıştı. Biraz düşündükten sonra '' O annem değil, Meryemdir. Bugün anneannemle bir komşuya gitmişlerdi. Anneannem seni tanımıştır ama sokak ortasında belli etmemiştir. Neyse yardım ettiğin çok iyi olmuş havalar çok sıcak, yokuş çıkmak ayrı mesele.'' diyince Talha yardım ettiği iki kadından birinin gencecik bir kız olduğunu duyunca çok şaşırır. Onca yıldır evlerine gelip, yüzünü dahi görmediği Meryem bir anda gönlüne düşer Talha'nın. Efendimiz aleyhisselam 'Bir kadınla güzelliği, malı, ailesi için değil dini için evlenin'' buyurmuyor mu? Babamda mektubunda evlenmem gerektiğini yazmış. Neden Meryem olmasın ki? Zaten aile de beni tanıyor?'' derin düşüncelerinden Mahmud'un '' Kardeşim..Hayırdır. Daldın baya..Bir derdin mi var? '' sorusuyla sıyrılır.
''Yok. Babam mektup göndermiş. Evlenmemi istiyor.'' derken cebindeki mektubu çıkarıyordu.
''Kiminle evlenceğin belli mi peki?'' diye soraken gözlerini kısmış dostuna bakıyordu Mahmud. Çünkü yıllardır aklında Talha ve Meryem'in evlenmesi vardı. Hatta daha biraz önce babasıyla uzun uzadıya görüşmüştü bu meseleyi.
'' Hayır. Benim kabul etmem dahilinde kız bakacaklarmış.''
Fark etmeden içinde tuttuğu nefesini bıraktı Mahmud. ''Peki sen evlenmek istiyormusun? Ya da benim bilmediğim bir sevdalın mı var?'' Mahmud soruyu sorarken tek kaşını kaldırıp gözlerini Talha'ya dikince, Talha'nın düşünceli yüzünü büyük bir gülümseme almıştı. '' Duyan beni biriyle yakıştırdığını sanacak '' diyince, Mahmud dayanamayıp '' Evet...evet neden olmasın. Oh be söyleyip kurtuldum. Kardeşim ben yıllardır sana akraba olalım demiyormuyum.''
Mahmud'un dedikleriyle şaşıran Talha '' Evet..evet ama ben iki kız kardeşle evleniriz, öyle akraba oluruz diye düşünmüştüm.'' der.
Mahmud '' Ya sen bilmiyor musun benim halamın kızıyla nişanlı olduğumu? ''
'' Eee.. Ne olmuş yani...?'' diye pişkince sorar Talha.
''Halamın başka kızı yok. Ben kız kardeşim Meryem'i düşünerek söylüyordum'' diyince Talha'nın bir an yüreği çarpar. İçinden'' Allahım ne büyüksün. Beni bir an bile olsa haram düşünmeye maruz bırakmadın. Meryem'i gönlüme koyduğun an, nasibim yaptın. Elhamdülillah.'' diye içinden geçirip arkadaşına : '' Biliyorsun kardeşini hiç görmedim. Hem Abdülhamid amca ne düşünüyor bu konuda? ''
'' Babamla konuştum demiştim ya, işte konuştuğum mevzu senin ve Meryem'in evlenmesi hakkındaydı. Babam sen ve ailende kabul eder ve Meryem de rıza gösterirse bu izdivacı uygun buldu. ''
Talha ailesi ve Meryem'in rızasını ne çabuk unutmuştu. İçinden yüksek sesli bir '' ALLAH'' çekip, Mahmud'a döndü: '' Ben tamam derim fakat ailem Maraşta. Olur da Meryem beni istemezse buraya kadar boşuna gelmiş olurlar. İlk ona sorun zaten beni bugün gördü. Kabul ederse, ben ailemi çağırtayım ve onu öyle göreyim. Ne dersin?''

Mahmud bir süre Talha'nın dediklerini düşündü. Sonra : '' Babama söyleyelim. O nasıl uygun görürse öyle olsun. Hadi içeri girelim.''diyerek içeri geçtiler.


Meryem odasında, pencere kenarındaki tek kişilik koltuğa oturmuş kitap okuyordu. Bir zaman sonra kendisi de fark etmeden daldı. Yokuşu çıkarken gördüğü genç  gelmişti gözünün önüne. Anneannesi belli ki tanıyordu genç adamı fakat kim olduğunu söylememişti. Yoksa; abimin şu kadim dostum dediği kişi mi? Meryem daldın yine boş düşüncelere. Ne yapacaksın elalemi, kitabını oku düzgünce'' diye içinden söylenirken odasının kapısı çaldı. Elindeki kitabı kapatıp, üzerini düzelten Meryem ' buyrun' dediğinde kapı sakince açıldı. Gelen annesi Aişe hanımdı.
''Hoş geldin, sefa getirdin anneceğim. Gel şu ikili koltuğa geçelim beraber''
'' Hoş buldum. Sefa gördüm, güzel yavrum. Anneannenle komşu ziyaretin nasıl geçti?
'' Güzeldi anneciğim. Çeyizime birkaç parça hediye hazırlamış sağolsun. Biraz hoş sohbet edip, kalktık. ''
'' İyi yapmışsınız kızım. Seninle konuşmak istediğim önemli bir mevzu var. Baban ve ben şayet sen de kabul edersen mürvetini görmek istiyoruz. Gelen pek çok kısmetini daha görmeden red ettin.Sebeplerini makul gördük. Hayırlı bir talibin var. Abinin medreseden arkadaşı. Adı Talha. Bugün de tevafuk yolda karşılaşmışsınız. Abin uzun süredir bu işin olmasını talep ediyor. Dediğim gibi yine senin arzun üzere karar vereceğiz.Ne düşünüyorsun? '' tüm bunları söylerken belli etmemeye çalışsa da gözleri dolmuştu Aişe hanımın. Onun küçücük yavrusu ne zaman büyümüştü de kuş olup yuvadan gidecekti.

Annesinin sözlerini işitince heyecanlandı Meryem. Talha'yı görmüş ve itiraf etmesede beğenmişti. Temiz yüzlüydü ve merhametli olduğu belliydi. Uzun boylu, heybetli bir gençti. Neredeyse abisi ile boyları aynıydı fakat Talha kara kaşlı kara gözlü, buğday tenliydi. Bohçaları alıp-verirken gördüğü kadarıyla elleri yalnız kalem tutmuşa benzemiyordu. Toprakla uğraşan birinin el ayasına sahipti. Meryem kendisine talip olan harp okulu mezunlarından biriyle değil de her zaman medrese mezunu bir müderrisle evlenmek istemişti. Beklediği daha ilim talebini tamamlamamış müderrisi Talha olabilirdi. Mevlam ne eyler. Ne eylerse güzel eyler diyerek annesine dönüp tebessümle yanıtını verdi.

Talha meseleyi ailesine mektup göndererek ayrıntılarıyla anlattı. Babası hiç beklemeden yola çıkıp, İstanbul'a geldi. Kız isteme, düğün hazırlıkları derken nikahlarını Darus'saadet kadısı kıydı. Talha hala talebe olduğundan dolayı İstanbul'da kalmaları gerekiyordu. Abdülhamid efendi, Osman bey konağının çok büyük olduğunu, ayrı eve çıkmanın talebeye maddi açıdan ağır geleceğini söyleyerek oraya yerleşmelerini sağladı. Talha artık medresede yatlı kalmayacaktı.
Düğün gerçekleşeli iki haftayı geçmişti. Talha ve Meryem biribirlerine yavaş yavaş alışıyorlardı. İkiside iffet ve takva sahibiydiler. Her anlamda muhabbetleri, yarım bir yapbozun tamamlanmasına benziyordu. Birbirinin eşi değil, dengiydiler. Talha yıllar boyu ettiği duaların ve yaptığı karşılıksız iyiliklerin hayrını görmüş,çağının Meryem'ine kavuşmuştu. Meryem delisin derlercesine koruduğu iffetinin ve her daim edebinin bereketiyle Talha'nın duası olmuştu. ALLAH onların kalplerini hergün daha da ısındırıyordu. Sevgi ve muhabbetlerini cümle aleme duyurmuyorlardı. Tüm nazarlardan saklıydı onların hisleri. Her teheccüd vakti Meryem uyandırıyordu efendisini. Medresede derslerin ağırlığından dolayı çok yoruluyordu Talha. Eve gelince de derslerinden başını kaldıramıyordu. Yalnız teheccüd vakti onların vaktiydi. Beraber namaz kıldıkları, ayetlerle kalp paslarını sildikleri ve hadis-i şeriflerle konuştukları sadece onlara özel zamandı teheccüd. İmsak kesilir kesilmez konaktan Mahmud'la birlikte ayrılıyordu Talha.
Cuma günleri de kayıkhane gezintileri yapıyorlardı ama Talha kıskanç bir yapıya sahip olduğundan insanların az olduğu ortamları tercih ediyordu. Bazı geceler çok dersi olduğu için hiç uyumadığı oluyordu. O zaman Meryem'i o kaldırıyordu teheccüde. Kalkmakta nazlanırsa gül suyu serpiştiryordu yüzünede, gülümseyerek kalkıyordu gözünün nuru. Ara sıra şiir de yazıyordu fakat utandığından hala vermemişti hiç birini. Arada ufak tefek hediyeler alıp, gördüğünde şaşıracağı yerlere gizliyordu.
Meryem ise efendisine çok bağlanmıştı. Talha'nın hoşgörü ve iltifatları gönlünü okşuyordu. Bazı geceler aralarında ilmi müzakereler yapıyorlar,oyun oynuyorlar, ilginç hikayeler anlatıyorlardı. Gözleri buluştuğunda ise birbirlerinin göz bebeklerinde saadetlerini okuyorlardı.
Sanki ruhları kalu belada yanyana gelip, ''saadetim saadetindir, sen benim cennet kapımsın, ben de senin cennet anahtarınım'' demişlerdi.

Bir tatil günü tüm konak pikniğe gitmeye karar verdiler. Mesire yerlerinin çok kalabalık olduğunu ve haremlik selamlığa pek dikkat edilmediğini bilen Talha pikniğe itiraz etti. Onun kıskanç olduğunu tüm konak biliyordu. Hal böyle olunca Abdülhamid efendi : '' Peki o zaman evlatlarım. Yakın zamanda medreseniz tatile girecek, Bilal'in de mektebi aynı vakitlerde tatil. Hep beraber hemşirem(kız kardeşim) Saadet'i ziyaret edelim. Mahmud ile yeğenim Hatice'nin nişanı da çok uzadı, artık sonuca bağlamak lazım. Hem dersler de engel teşkil etmiyormuş, damadımızda buna şahit olduk. Şimdiden yavaş yavaş hazırlıklarınıza başlayın. Ben de hemşireme haber göndereyim. İki hafta sonra İzmir'e gitmek üzere yola çıkacağız nasipse. ''

Mahmud hariç hepsi mutlu görünüyordu. O ise biraz telaşlıydı. Halasının kızı Hatice'yi çok seviyordu. Uzun zamandır görüşmemişlerdi. Medrese talebesi olduğundan, nikah olmadan mektuplaşmaya da karşıydı. Ona ne hediye alması gerektiğini bilmiyordu. Odasının bir ucundan diğer ucuna arşınlayıp dururken gerçekten de ne alması gerektiğini bilmediğini anladı. ''Bu saatten sonra Talha'nın diline düşeceğim ama ondan başka kimden fikir alabilirim ki'' diyerek onun yanına gitti.
Talha bahçede yine çiçeklerin arasındaki sedire oturmuş ders çalışıyordu. '' Ya hu! Evlendi ders aşkı daha bir arttı. İnşaaALLAH bende de aynısı olur. Kadı olabilmem için birinciliği kaptırmamam lazım.Talha'nın yanına varınca:
'' Esselamü aleyküm kardeşim'' diye selam verdi ilk.
''Ve aleyküm selam ve rahmetullah. Hangi rüzgar attı seni yanıma. Uzun zamandır laflamadık. Hayırdır. Aklın şimdiden İzmir'e mi gitti.''
''Lafımı ağzımdan aldın. Bana tavsiyede bulunur musun? Ne hediye alacağımı bilmiyorum. Ne uygun olur sence?'' diye sorunca Mahmud.
Talha bir müddet tebessümle dostunu seyretti. Pek yakışıklıydı doğrusu. Yüzü ay misali parlaktı. Neredeyse aynı boydaydılar fakat Mahmud daha dar omuzluydu ve sarı ile kumral arası farklı bir saç rengi vardı. Kendinin aksine gözleri de elaydı. Anneanneleri kafkasyadan göçmüştü. Çocuklardan Bilal hariç hepsi anneleri Aişe hanıma benziyordu. Bilal, babası Abdülhamid gibi kara yağız bir çocuktu.

Talha'nın konuşmayıp, gülümsediğini görünce yüzü düştü Mahmud'un.
''Dostumsun, abimsin dedim, fikir danışmaya geldim. Sen geçmiş karşıma bana gülüyorsun. Sağol kardeşim.'' diyerek gitmek için yeltenince, zorla da olsa tekrar oturttu onu Talha.
'' Dur kardeşim. Düşünüyorum...Daha vakit var nasılsa. Bahçedeki çiçeklerden topla kurut. Çarşıdan da güzel,küçük,gümüş bir sandık al. Aynalı olanlardan olsun şöyle, üstünde derin oymaları olanlar var ya işte, onlardan. Sonra kutuyu gül suyuyla yıka, güneşe koy kurusun. İçine çiçekleri yerleştir. En zor bölüme geldik şimdi. İçinden geçen, bundan yıllar sonra bile okusa ona seni en güzel halinle hatırlatacak ne geçiyorsa yaz. O kağıdı da önceden gül kokularıyla kokulamayı unutma. Kutuya başka hediye koymak istersen sana kalmış artık.''

Mahmud, dostunu dinlerken onun kıvrak zekasına hayran kalmıştı. Ama yine de takılmadan duramadı.
''Kardeşim, sen haberimiz yokken şair mi oldun da biz bilmiyoruz? Bu ince fikirleri nasıl bu kadar çabuk buldun? derken gülüyordu Mahmud, Talha'nın alınabileceğini düşünüp hemen: ''Latife yapıyorum. Çok güzel düşündün. Hemen çiçekleri toplayayım. Buradakiler çok güzel değilmiş. Ön tarafta daha güzelleri var. Hadi selametle.''

Talha, can dostunun arkasından bakıp, onun da kendisi gibi mutlu olması için dua ediyordu...




Yazılmış bir kader vardı. Kimsenin bilmediği ancak yaklaşmakta olan.





Not:OSMANLI'DA KADILIK:
Eski hukukumuzda kaza denilen yargı yetkisi, eğer ehil ise bizzat devlet reisine de tanınmıştır. Hz. Peygamber (sav) ve Raşid Halifeler devrinde tatbik edilen esas budur. Ancak sonraları, yargı yetkisini, şer'î hükümleri tatbik açısından bağımsız olan, halifeye idarî açıdan bağlı bulunan kadılar yürütmeye başlamıştır. Kadı, Halife olan sultanın vekili olarak adaleti tevzi ederdi.

"Kadı" kelime olarak "hükmeden", "yerine getiren" mânâlarına gelmektedir. Kadı, Osmanlı adlî teşkilâtında şer'î ve hukukî hükümleri tatbik eden, ayrıca devletin emirlerini yerine getiren bir fonksiyona sahiptir.

Resimde Süleymaniye Medresesi bulunmaktadır. Mahmud hukuk okumak istediği için sahan-ı seman fakültesine gitmektedir.  Talha'a ise tıp fakültesini tercih edip  Sahn-ı Süleymaniye'de yüsek öğrenim görmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder