Bir ay sonra...
Kolluk kuvvetleri katil zanlısını bulamazlar. Rüşvetçi jandarma komutanının da ''kimsesiz bir kadınla daha fazla vakit kaybetmeyelim'' demesiyle kanunsuzca olayı örtbas ederler. Gülpare kimsesizler kabristanına defnedilir. İstanbul zaten suçlu kaynamaktadır. Halk arasında suça meyledenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. İlgilenilmesi gereken sayısız suç bulunmaktadır. Ülkenin durumunu fırsat bilen rüşvetçi kanun adamları da kendilerince ufak vakıaları es geçmektedirler. Gülpare'nin kimliği belirlenmeden dikkatsizce gömülmesi de izini bir anda ortadan kaldırır.
Diğer taraftansa yaşananlardan habersiz bir aydır gece gündüz evlatlarından haber bekler Osman bey konağı. Fakat ne bir haber vardır, ne de müjde. Her vakit seccade başında Rabblerine yalvarırlar. ''ALLAHım senin verdiğine ma'ni olacak , senin vermediğini de verecek yoktur. İtibar sahibinin itibarı senin katında fayda vermez. Sen Celal ve İkram Sahibisin! Ya ALLAH ! Ya RAHMAN ! Yavruma kavuştur beni ! Sen çaresizlerin , mazlumların Rabbisin ! ALLAHım tüm keder ve hüznümü Zekeriyya aleyhisselam gibi sana şikayet ediyorum. Eyyub aleyhisselamın yakardığı gibi yakarıyorum : Rabbim bu sıkıntı bana dokundu. Sen merhamet edenlerin en Merhametlisisin. ALLAHım sıkıntılarımı gider. Günahlarımı bağışla. Şüphesiz günahları ancak sen bağışlarsın '' amin , amin , amin. İşte böyle her vakit aminler konağın duvarlarında yankılanıyordu.
Dr. Ömer Efendi Trabzonda işlerini bir türlü yoluna koyamamıştı. Yeni doktorlar acemi olduklarından istediği gibi hareket etmiyorlar, her defasında onların başlarında bulunması gerekiyordu.
Kızı Fatıma, kocası Ahmed Efendinin de rızasını alarak Osman'a kendi evladı gibi bakmaya başlamıştı.Fakat küçük yavru onlara alışamamış, hasta olup yataklara düşmüştü. Neyse ki, iyi bir tedavi sürecinin ardından sıhhatine kavuşmuştu. Osman'ın adını ise boynunda ki kolyeden öğrenmişti aile. Gümüş bir zincirin ucunda asılı olan , yine gümüş kaplama uzun, ince boru şeklinde ki kolyenin üzerine arapça 'Osman 24 Ramazan 1311' yazısı kazınmış, içine de hurma çekirdeği konmuştu. Aslında daha çok hurma çekirdeğinin üzeri gümüşle kaplanmış ve baş kısmına kapakçık yapılmış gibiydi. Kolyeyi yaptıran kişinin zarif bir estetik anlayışının olduğunu ; görenler ilk bakışta fark ediyordu.
Osman'ın , Ömer efendinin yanında ayrı bir yeri olmuştu. Üç sene evvel evlenen kızı Fatıma kısa süre önce çiçek hastalığından oğlunu kaybetmiş , onun acısına dayanamayarak hayata küsmüştü. İstanbul'a da babasının ısrarları sonucu toparlanmak için gitmişti. Ne fayda ki ; İstanbul havası bile yaramamıştı zavallıcağa. Dönüş yolunda yaşadıkları hadise ile Osman'la karşılaşmışlar ve kızı tamamen eski haline dönmüştü. Hikmetinden sual olunmaz ALLAH bir canı almış , ortada kalmış, kimsesiz, başka birinin cancağızını kızına armağan etmişti. Osman'ın sevgisiyle kızı hemşirelik görevine de geri dönmüştü. Damadı Ahmed ise merhametli ve gönlü açık bir yapıya sahip olduğundan Osman'ı kendi evladı gibi kabullenip, sevmişti. Evlerinin bahçesini eskisi gibi çocuk cıvıltıları dolduruyordu. ALLAH subhanehü ve teala onlara acımış, mutluluk nimetini tekrardan vermişti bir nevi.
Hicri... 9 Muharrem 1314 ( 20 haziran 1896 )
Havaların ısınmasıyla Ömer Efendi ailesine '' Evlatlarım bütün kış yorulduk , havalar da ısındı maşaaALLAH. Yayla havası bize pek iyi gelecektir. Neredeyse bir senedir uğramadık. Akraba , eş-dost ne kadar özledim ; ah.. Daruşşifadan bir yere gitmeye vakit bulamadık bu sene. Osman'ın vekaletini üzerimize almak için bile zar zor gittik İstanbul'a. Herkese yaylasına çekilmişken bir an evvel biz de gidelim. Burnum da tütüyor , çok özlemişim. Fındık hasadı başlamadan gidersek , dinlenmeye de vakit buluruz. Tez elden hazırlıklara başlayın. Yarın yola çıkacağız nasipse.''
Babasının konuşmasından sonra Fatıma hafifçe beyine dönüp : 'Babamı yaylaya gitmek için hiç bu kadar hevesli görmemiştim. Fındık tarlalarımızı sever,her yaz yaylaya gideriz fakat, bence bu sefer acele gitmek istemesinin sebebi farklı.' biraz kıkırdadıktan sonra konuşmasına devam eder. '' Osman'a yaylayı, topraklarımızı göstermek istiyor. Osmanımız geleli bir sene oldu. Geçen sene , o hasta diye biz gidememiştik. İlk defa görecek yaylayı. Bu hareketlilikle dönmek bile istemez geriye herhalde.''
Hoş bir tebessümle takıldı hanımına Ahmed Efendi : 'Bizimle dönmek istemezse şayet, caminin meşhur imamı hafız Ali'ye talebe olarak bırakırız oluverir hanım.''
Fatımanın yüzü düşünceli bir hal alır. Bir müddet hiç konuşmaz. Uzun sessizliğin ardından: '' Osmanımızı ilim erbabı yetiştirelim efendim. Bizler insan sağlığıyla ilgileniyoruz. Ancak sen de bilip, görüyorsun ki ; insanlığın vücud sıhhatinden önce ruh sıhhatine ihtiyacı vardır. Ruhu bozuk olanın , her hali bozuk olur. Arkamızda salih bir evlat bırakmış oluruz. İlmin ve alimin faziletleri saymakla bitmez. ALLAH subhanehü ve teala Osman'ımın alim olmasını nasip etsin. Yaylaya gidince bu konuyu babamla da iştişare edelim.''
Ahmed eşini dinlerken bir kere daha saliha bir hanımla kaderini birleştiren ALLAH azze ve celleye hamd etti. Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerif ve fıkıh ilminin üstün faziletleri başka hiç bir ilme verilmemiş gerçekten de.
O gece , iki farklı şehir de, iki aile birbirinlerinden habersiz evlatlarını islam alimi olarak yetiştirmeye karar verir. ALLAH azze ve celle , annesinden ayrı düşmüş olsa bile ana duasından ayırmaz Osman'ı. Fatıma'nın gönlüne de yıllar evvel Aişe'nin gönlüne koymuş olduğu 'evladım islam alimi olsun' duasını koyar. ALLAH subhanehü ve tealanın lütfu ve merhameti ne geniştir.
Osman Bey Konağın da ise duvarlara hiç çıkmayacak bir hüzün çökmüştür. Abdülhamid ve Aişe aylar boyu her vakit evlatlarından bir haber gelir duasıyla beklerler. Fakat ka'lu belada yazılmış bir kader vardır. Gülpare'nin izi hiç bulunmaz. Osman'ın kaçırılmasından dört ay sonra Aişe bir kız doğurur. Adını Kur'an-ı Kerim de tek hanım ismi olan Meryem koyarlar. Hz. Meryem annemiz gibi dünya nimetlerinde gözü olmayan, iffetli biri olması için. Meryem'in doğumuyla toparlanmaya başlar Aişe. Ne de olsa efendisi ve evlatları için çınar gibi olmalıdır. Mahmud da büyümüş üç buçuk yaşına gelmiştir. Yakında ilim tahsiline başlacaktır. Aişe'nin evlenirken efendisinden ilk ve tek arzusu bu olmuştur.'' Evlatlarımız peygamber varisi olsunlar'' demiştir her kelimenin üzerine vurarak. Abdülhamid de tebessümle kendi niyetinin de aynı olduğunu şöylemiştir. Yıllar geçmiş ilim yaşı gelmiştir artık. Bu toprağın evlatlarının oyunla, oynaşla kaybedecekleri vakitleri yoktur. Onlar Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'nin çocuklarıdır. Onlar hilafet sancağının sahipleridir. İslam alemi ve tüm dünyanın yükümlülüğü onların üzerinedir. Düşman ise hiç durmaksızın çalışıyordur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder